2 Nisan 2009 Perşembe

Çeviri süreci: Uzun, İnce, Çetrefilli Bir Yol


Bir kitabın çevrilme sürecinden biraz bahsedeyim istiyorum bu sefer.


Ben bir kitabın çeviri sürecini üç kısma ayırıyorum:


- Çeviri öncesi inceleme
- Çeviri
- Son okuma

Bir kitabı çevirmeye başlamadan önce genelde okunması gerektiği yönünde genel bir kanı vardır. Şayet, çevirmeyi düşündüğünüz kitap daha önce üzerinde çalışmadığınız bir yazarın kitabıysa, okumanın elbette çok faydası olur. Bu okuma size, yazarın üslubu, kitapta kullanılan kelimeler ve anlatım biçimleri, ekstra araştırma gerekecek bölümlerin olup olmadığı, çevirinin yaklaşık olarak ne kadar zaman alacağı gibi konularda fikir verir. Ancak, kitap, tarzını bildiğiniz bir yazara aitse okumadan, kısaca bir göz gezdirerek de bu ipuçlarını elde edebilirsiniz. İlk zamanlarda her çevirdiğim kitabı öncesinde okurdum ama şimdi gerek duymuyorum. Yazar ve kitap hakkında biraz araştırma yapmak, kitabı biraz evirip çevirmek o kitabı çevirip çevirmeyeceğim ya da ne kadar sürede çevireceğim konusunda bana fikir veriyor.


Yeni bir kitabın çevirisine başlayacağım zaman, her kitapta içimi bir heyecan kaplar. Daha doğrusu, kitap seçmeye yayınevine gittiğim zaman yaşadığım hazzı size anlatamam (bu normal bir şey mi, emin değilim :D). Önünüzdeki 3-5 ayı o kitap üzerinde çalışarak, bir anlamda onu yalayıp yutarak geçireceğinizden, bu seçim önemlidir. Rastgele sayfalar açıp okumaya başlarım. Künyesini incelerim, arka kapak okurum, hatta koklarım bile :D Çevirdiğim her bir kitap istisnasız özeldir benim için.


Ve bilgisayarın başına oturup, kitabın ilk sayfası olan kapağını yazdıktan sonra, artık her şey mükemmel bir sistem içinde yürümelidir. Kitabı aylara, haftalara ve günlere bölerim aklımdan. Bir yere yazmasam da o gün kaç sayfa yapmam gerektiğini bilirim. Bazen olmam gereken sayfanın gerisinde kaldığım da olur, kitabı zamanından önce teslim ettiğim de. Ama ben planımı hep en kötü olana göre yaparım. 4 ayda teslime edeceksem, 3 aymış gibi düşünürüm; çünkü her zaman hesapta olmayan işler çıkar. O gün 15 sayfa çevirmem gerekirken 10 sayfa çevirmişsem, sonraki seferde o 5 sayfayı telafi etmeye çalışırım, ama esasen ben çeviri hesabımı haftalık yaparım. Bir sonraki haftaya artık sayfa bırakmamaya çalışırım. Çeviri sırasında içime sinmeyen yerlerin altını çizerim, renklendiririm, onlara çeviriyi tamamen bitirdikten sonra dönüp tekrar bakarım. Emin olamadığım yerlerde yanlış anlamaya mahal vermemek için anadili İngilizce olan arkadaşlarımdan fikir alırım. Kısaltmalar varsa bunları kitabın yazarına danışırım. Dipnot koymaya karar verdiğim yerler için araştırmalar yaparım. Dipnotları mümkün olduğunca kısa tutmaya çalışırım, sadece metnin o bölümünde okuyucunun duraklama yapmadan devam etmesine yetecek kadar bilgi veririm. Aksi taktirde dikkat dağılabilir. Zaten okuyucu isterse detaylı bilgi için kendi de araştırma yapabilir. Açıkçası bu, dipnotun ne tür bir bilgi verdiğine bağlı. Benim tercihim, gereksiz her türlü bilgiden kaçınmaktır.


Ben çeviriye başladığımda, ilk birkaç sayfada dikkatim dağınık oluyor. Yaklaşık ikinci sayfadan sonra deyim yerindeyse depar atıyorum :D Çok iyi bir konsantrasyonla çalıştığım zaman, o çeviriye ara vermeyi ya da durmayı istemiyorum bile. Son derece keyifli geçiyor o kelimeler arasında kaybolma süreci benim için. Bazen beni duraklatan yerler oluyor, o zaman konsantrasyonumu bozmamak adına onları not alıp yola devam ediyorum ama bazen de içten içe inatlaşıyorum karşılıklarını bulmak için. Tabii bu da zaman kaybına neden oluyor, ama eğer bu inatlaşma sonunda aradığım ifadeyi bulursam, kazandığım zaferle yola devam etmek çok daha keyifli oluyor :D


Çevirinin tamamı bitince, renklendirip altını çizdiğim kısımları da netleştirdikten sonra, son okuma süreci başlıyor. En fazla dikkat gerektiren kısım bu kısım bana göre. Bazı çevirmen arkadaşların, çevirilerini bitirdikten sonra başka kişilere okuttuklarını duyuyorum. 2. kişinin gözünden okunmasının faydaları var elbette ama ben bunu tercih etmiyorum. Her çevirimi bitirdikten sonra baştan sona bir okuyucu gibi okurum. Bunu yaparken mümkün olduğunca çevirmen gözüyle okumamaya gayret gösteriyorum ama bunu yapmak gerçekten çok zor. Kitabın basıldığını ve benim de o kitabı ilk kez okuyacak olan bir okuyucu olduğumu düşünüyorum. Kitabı çevirirken yaptığım ‘typing’ hatalarını, kulak tırmalayan yerleri belirleyip düzeltiyorum; cümle dizimlerini değiştiriyorum; noktalamalarda gözümden kaçan yerlere müdahale ediyorum. Ne kadar dikkat edersem edeyim mutlaka gözümden kaçan şeyler oluyor –işte redaktörler bunun için var. Hatta bazen okurken, “ben buraya neden böyle demişim ki?” bile diyorum.


Son okuma da bittikten sonra çevirimi yayınevine teslim ediyorum. Bir daha da yüzünü görmüyorum maalesef. Basılana kadar geçen süre ise, bir redaktör tarafından bilinçsiz müdahalelere kurban gitmemesi için tırnak kemirmekle geçiyor :D


Bol kitaplı günler diliyorum.

8 yorum:

Günlerin Tortusu dedi ki...

Çeviri süreci ile verdiğiniz bu bilgiler için teşekkürler öncelikle.

Merak ettiğim şu: Son okuma sürecinde anladığım kadarıyla özgün metne bakmadan okumayı yapıyorsunuz, -teşbihte hata olmaz- sanki siz yazmışsınız gibi.

Çeviri bittikten sonra -renklendirip altını çizdiğiniz yerler de dahil olmak üzere- zor da olsa ikinci bir kişiden yardım alarak bir okuma yapıyor musunuz? Yani, o kişinin metnin İngilizcesini* size okuduğu (tümce tümce ya da paragraf paragraf) ve sizin çevirinizi kontrol ettiğiniz bir adım var mı?

Selamlar,

*Yorumu tekrar okurken fark ettim, bu şekilde bir not yazmadan geçemedim ;) Buradan belki hangi dilden çeviri yaptığınızı anlayabilir ve sizin kim olduğunuz hakkında bir ipucu elde edebiliriz.

spell dedi ki...

Merhaba Atilla Bey,

İlginiz için teşekkür ederim. Aslında kim olduğumun pek önemi yok, birçok kişi bu işi yapıyor, bense sadece kendi tecrübe ve gözlemlerimi burada diğerleriyle de paylaşıyorum. Metinde de belirttiğim gibi İngilizce'den çeviriler yapıyorum.

Sorularınıza gelirsek, son okumada mümkün olduğunca kaynak metne bakmamaya çalışıyorum. Ancak çelişen bir ifade gördüğümde, anlamlandıramadığımda orijinaline bakıp kontrol ediyorum. Altını çizdiğim kısımları ise, çoğunlukla sakin kafayla düşünüp kendim karşılıklarını buluyorum ya da yazımda da dediğim gibi altını çizdiğim cümleyi bir native speaker'a soruyorum. O tabii ki bana anlam olarak doğru anlayıp anlamadığımı söylüyor, ondan sonra onu doğru şekilde çevirmek yine benim işim.

Sizin dediğiniz gibi, birinin metnin orijinalini bana okuduğu ya da benim çevirimi kontrol ettiğim gibi bir durum yok maalesef. Ben çeviri bittikten sonra gerekli gördüğüm yerlerde son okuma sırasında kontrollerimi yapıyorum.
Selamlar.

serpil dedi ki...

Yine çok sevdiğim bir yazı oldu, teşekkürler.
İyi bir çeviri için ne büyük emek harcanıyor aslında.
Ben ilk çevirinizi merak ettim şimdi, sonrakilerle kıyasladığınızda daha mı zor bir süreçti?

spell dedi ki...

Merhaba Serpil,
Ne kadar güzel sorular alıyorum. Bu blogu yazmaya başladığım için şimdi mutluyum, diyebilirim :)Ludmilla sağ olsun :)

İlk çevirim kolay bir lokma değildi açıkçası. Ama yine de ilk olmanın getirdiği acemilikler oldu. Ciddi bir yayınevinde zorlu bir sınavdı diyebilirim. Bir de hala üniversitedeydim ilk çevirimi yaptığımda. Son sınıfın ağırlığıyla paralel yürüttüğüm bir çalışmaydı. Geriye dönüp hiç üzerinden geçmedim o çevirinin, ama şimdi yeniden çevirsem eminim arada büyük farklar olacaktır. Bundan 10 sene sonra bugün yaptığım çeviriler için de aynı şeyi söyleyeceğimden neredeyse eminim, çünkü çeviri deneyim kazandıkça daha iyi olan bir eylem. Bir çeviri bilinci gelişiyor zamanla.
Bir de ilk çevirimde beraber çalıştığım editör ve redaktörün de hakkını yememeliyim. Çok kaliteli bir ekiple çalışmıştım, ilk çevirim olması nedeniyle bana çok destek olmuş, inanmışlardı. Şimdi böyle bir ekip bulmak gerçekten çok zor.
Sevgiler.

Günlerin Tortusu dedi ki...

Elbette birçok kişi çeviri yapıyor, ama her biri sizin gibi bunun üzerine kafa yorup, işine aynı saygıyı göstermiyor.

Kim olduğunuz konu ise elbette sadece merak ;)

Dostlukla,

spell dedi ki...

Çok teşekkür ederim. Böyle düşünmenize sevindim.
İsmimi açıklamama sebebim, o zaman bazı konularda rahat yazamayacağımı düşünüyor olmam, yoksa önemi yok. Belki ilerde açıklarım ;)

Sevgiler.

Ludmilla dedi ki...

Tuncay Birkan, Notos'taki söyleşide genç çevirmenleri kaçıran piyasaya değinmiş, aklıma direk sen geldin.

Bir de, son okuma için geriye çekilip beklermiş o, "ağaçlardan ormanı görememe" tehlikesine karşın.

Yazıya dönersek, bence dipnot ülkemizde büyük eksik, çoğu kitapta verilmesi gereken dipnotlar yok, bazılarındaysa o kadar abartılı ki durum kitap mı okuyoruz meydan larousse mu belli olmuyor. Yine yanı noktaya geliyoruz böylece, yeterince kalifiyeli olamayan bir sektör.

Ayrıca, zaten herhangi bir şey çevir(e)meyeceğimi biliyordum da, bu meşakkatli yol adımlarından sonra iyice emin oldum ve dil bölümünü yazmadığım için kendimi tebrik ettim tekrar. :P

spell dedi ki...

:) Tuncay Birkan çok doğru demiş.

Zaten bu işi de ya o anda başka imkanı olmayan, baştan savma iş yapan kişiler ya da gerçekten bu işe gönül vermiş çevirmenler yapıyor. 2. grup azınlıkta. Teşekkürler yorumun için.

Yorum Gönder