12 Haziran 2009 Cuma

Çevirmenlik Nereye Gidiyor?


Yakın bir zamana kadar herhangi bir yayınevinden bir kitap çevirisi alırken hiçbir zaman taban yüzde olarak belirlenen rakamın altını teklif eden bir sözleşmeye imza atmamıştım. Henüz kitap çevirmenliğinde çok tecrübesiz olduğum ilk kitap çevirimde bile oldukça iyi şartlarda bir çeviri yapmıştım. Ancak şu 8-10 sene içerisinde bu iş nasıl ayağa düştüyse, nasıl onur kırıcı bir hal aldıysa artık, bugünlerde o zamanın taban yüzdesini bile veren yayınevi bulmak sevinç kaynağı oluyor.


2 senedir çalışmakta olduğum, Türkiye’nin önde gelen büyük yayınevlerinden biri olan yayıncım bana verdiği son çeviride çevirmen yüzdelerini düşürme kararı aldığını ilan etti. Ancak bu söz konusu yüzde, bizim Çevbir’in belirlediği tip sözleşmenin taban yüzdesinden de düşük. Yani piyasada kitap çevirmenliği yapan bir çevirmenin alması gereken minimum yüzdeden daha düşük. Duyunca ben de ister istemez birçok çevirmen arkadaşım gibi şaşırdım. Elbette bahane olarak kriz piyasasını ve kitap satışlarının düşüşünü gösterdiler. Medyanın neredeyse hakimi konumunda olan dev bir şirketin, krizden daha az zarar görmek için bulduğu çarenin, zaten taban fiyat uyguladıkları çevirmen yüzdesini düşürmek olması herkes gibi beni de düşündürdü ve ister istemez aklımda “Bir yayınevi için çevirmen nedir ki?” sorusu dönmeye başladı. Ne olacak? Elinin kiri!


Yıllardır bir yayınevine ikinci baskıyı görsün görmesin onca kitap çevirmiş olan çevirmenlere ne kadar değer verildiğini gösteriyor bu tablo bana. Bir dayatmayla, “bu yüzdeden çalışırsanız çalışın, yoksa güle güle” deniyor resmen. Zaten yayınevinin kalifiye çevirmen kadrosunun bu kararı duyar duymaz teker teker yayınevinden ayrıldığını da söylemem gerek. Ama yayınevi bunu bir kayıp olarak görüyor mu? Asıl sorulması gereken soru bu. Burada bir yayınevini örnek versem de geneli için bunu söylemek yanlış değil. Çoğu yüzdeyle bile çalışmıyorlar, ya fi tarihinden kalma forma hesabıyla ya da kitabı eline alıp şöyle bir çevirip, sanki pazarda sattığı malmış gibi ona ortalama bir rakam biçerek yaptırıyorlar çevirileri. Bu kitap için sana 2000 lira veririm, kabul mü? Yok abi kurtarmaz, kurtarsa dükkan senin. Hadi 2200 olsun, ama bi kuruş daha çıkamam. Benim de çoluk çocuğum var. Abi, bari ikinci baskıdan bişiler ver. O hayatta olmaz! Tamam abi, canın sağolsun, deyip el sıkışıyorlar sanki. Komediye bakınız.


Kitap çevirmeninin bir eser sahibi olduğunu (yasalar bile bu şekilde belirtiyor), yaptığı çevirinin dilekçe çevirisi olmadığını o nedenle de çeviri bürolarındaki gibi kelime üzerinden ödeme yapma durumunun söz konusu olamayacağını ya anlamıyorlar ya da işlerine gelmiyor. Sonuç olarak, emeğinin karşılığının bu olmadığını düşünen, bu işi gerçek mesleği olarak gören kalifiye çevirmenler kendi meslek alanlarından uzaklaşıp ister istemez başka işlere yönelmeye başlıyorlar. Ortalık da 3-5 kuruşa çeviri yapmaya razı, arkalarından düzeltmenlerin işi kotardığı, alaylı sözde çevirmenlere kalıyor. Bu insanlar sanki karın tokluğuna çalışacaklarmış izlenimi bırakıyorlar bende. Ne zaman dur diyecekler merak ediyorum.


Uzun lafın kısası, elimdeki çeviriyi bitirdikten sonra yayınevinin bana teklif ettiği kitabı kabul etmedim, çünkü düşük yüzdede ısrar ettiler. Benim emeğimin karşılığı bu kadar ucuz değil. Gerekirse istediğim şartları sağlayan bir yayınevi bulana kadar çeviri yapmam ama karın tokluğuna da çalışmam. Benim o paraya ihtiyacım yok. Zaten halihazırda başka bir işim de var ama asıl işim bu benim ve sevdiğim işi yapmamam için yayınevleri önüme her türlü engeli yığıyor. İşte bu gibi durumlarda sesimizi daha fazla çıkarıp, bir araya gelip, haklarını sonuna kadar savunan ve yayınevinin her uygulamasına evet demeyen, hayır demeyi bilen güçlü bir çevirmen topluluğu olabilmemiz için ÇevBir gerekli. Her çevirmen benim yaptığım gibi emeğinin arkasında dursa bu sorun kısa zamanda çözülür ama maalesef önce kendi içimizde birlik olması gerek. Aksi taktirde, her birimiz kendi çapında bir Don Kişot olmaktan öteye geçemeyeceğiz.

5 Haziran 2009 Cuma

Craig Russell ve 'Kriminalhauptkommissar Jan Fabel' Serisi


Ve bir roman çevirisini daha teslim ettim. Kitapları çok iyi satan bir yazarın, tabiri caizse tuğla gibi 450 sayfalık hard cover bir romanıydı. Daha önce de bahsettiğim gibi, genelde çevirmeyi tercih ettiğim polisiye tarzı bir kitap değildi. O nedenle benim için de değişik bir tecrübe oldu. Ama son okumayı yaparken geriye dönüp baktığımda çıkardığım işten memnun kalmıştım, artık bundan sonraki temennim çevirinin redaksiyonda emin ellere düşmesi ve tabiatı fazla değişmeden hayırlısıyla basılması :)


Yaz dönemi çeviri konusunda bir tembellik çöküyor üstüme. Normalde 3 ayda rahat rahat çevireceğim kitabı yaz aylarında 5 ayda sallana sallana çevirdiğimi fark ettim. O nedenle yaz aylarına denk gelen kitapların teslim tarihini uzun tutmaya özen gösteriyorum. Henüz yeni çeviriye başlamadım, birkaç hafta ara verdim kendime. Bu da, ısınan havaların cazibesinden diyelim.


Bu vesileyle ben de uzun zamandır okumak için can attığım kitaplardan oluşan kitap listemi biraz karıştırayım istedim. Polisiye türünde ülkemizde nispeten yeni duyulan yazarlardan biri olan Craig Russell’ın Türkiye’de Renan Akman çevirisiyle yayımlanmış olan ilk kitabı Kanlı Kartal’ı okuyorum. Craig Russell’ı tanıma sürecim tersten başladı diyebilirim. Son kitabını önce okudum ve olay örgüsü yaratma becerisine hayran oldum diyebilirim. Zaten emekli polis olan İskoçyalı yazarın kriminal dedektif Jan Fabel serisini çok sevdiğimi söylemeliyim. Almanya ve Alman dili sempatizanı olan yazarın Alman polisinden aldığı bir onur ödülü de bulunuyor. Fabel serisi çoğunlukla Almanya’da geçiyor ve bazı yerel birimlerin ve kuruluşların isimleri Almanca ifade ediliyor. Hatta bu serinin tüm kitaplarında ‘bey’ ve ‘hanım’ gibi hitap kelimeleri bile ‘herr’ ve ‘frau’ olarak yazılmış. Çeviride de buna sadık kalınmış, yer yer dipnotlarla okuyucuya bilgi verilmiş. İlk etapta bu Almanca kelimeler insanı rahatsız etse de, sonradan insan yavaş yavaş alışıyor denebilir. Almanca’ya hiç ilgim olmadığından, yazarın bu ilginç tercihi öncelikle bana antipatik gelmişti ama sonradan bu kelimelerin romanın atmosferini pekiştirdiğini hissettim. Hatta ilk başlarda neden Türkçe’ye çevrilmiyor diye sorsam da, yazarın bu kelimeleri bilinçli olarak Almanca yazdığını düşünerek, yazarın tercihine saygı duymanın ve o şekilde bırakmanın doğru olduğu görüşüne katıldım.


Russell’ın polislik geçmişinin bu serinin yazılışında fazlaca işe yaradığı kesin. Başkarakter Kriminalhauptkommissar Jan Fabel, serinin ilk kitabı olan Blood Eagle’da (Kanlı Kartal – Doğan Kitap) ayin niteliğinde vahşice seri cinayetler işleyen bir çetenin izini sürüyor. Ukrayna ve Türk mafyası da işin içine karışıyor. Fabel bu cinayetlerin izinden giderken bir yandan da katilden (ya da katillerden) ilginç mesajlar alıyor:


'Time is strange, is it not? I write and you read and we share the same moment. Yet, as I write this, Herr Hauptkommissar, you sleep and my next victim still lives. As you read it, she is already dead. Our dance continues…'


Serinin ikinci kitabı Grimm Brothers’da ise (Kanlı Masallar – DK, çev: Boğaç Erkan), art arda işlenen cinayetlerin aslında Hansel ve Gratel isimli masala gönderme niteliği taşıdığı fark ediliyor.

Serinin 3. kitabı olan Eternal’da (Ölümsüz – DK, çev: Hayrullah Doğan) Jan Fabel, 24 saat arayla öldürülen radikal bir solcu, bir çevreci ve bir genetik uzmanının ardındaki sırrı çözmeye çalışır.


Henüz Türkiye’de yayımlanmamış olan 4. kitap The Carnival Master’da ise iki farklı ‘case’ paralel süregelmektedir. Bir tarafta Fabel ve ekibiyle geçmişten kalan bir hesabı olan Ukrayna mafyasının tehlikeli lideri, diğer bir tarafta ise Köln’deki Karnaval sırasında peşi sıra cinayetler işleyen bir yamyam katil vardır. Her iki olayın da kesişme noktası Hamburg polis teşkilatı cinayet masası olur.


Russell’ın kitaplarını okurken film izler gibi hissediyorum kendimi. Dilinin akıcılığıyla ve son derece zeki kurgusuyla en sevdiğim polisiye yazarlardan biri olmayı başardı. Elbette Russell’ın geçmiş kariyerinin de etkisi büyük bunda. Duyduğuma göre serinin 5. kitabı ‘The Valkyrie Song’ da yakında İngiltere’de çıkacakmış. Merakla bekliyorum, zira serinin 4. kitabı çok heyecanlı bir yerde kalmıştı :)



Keyifli okumalar.