29 Nisan 2009 Çarşamba

Tüyap'ın Bu Yılki Konusu: Çeviri!


Bunu ilk duyduğumda nasıl sevindiğimi anlatamam. Yayınevlerinden ya da okuyuculardan çok fazla beklentim yok zaten, bir şeylerin üç beş günde değişmesini de ummuyorum ama bu, adsız şövalye olan çevirmenlerin sesini duyurmak, sorun ve beklentilerini paylaşmak için iyi bir fırsat diye düşünüyorum.


Elbette başta ÇevBir olmak üzere diğer çeviri dernekleri de bu proje kapsamında planlar yapmaya başladılar. Kitap Çevirmenleri birliği olduğu için bu iş esasen ÇevBir’e hitap ediyor. Ben de bir ÇevBir üyesi olarak bu proje için gönüllü oldum. Standımızda da görev almayı düşünüyorum. Gelirseniz tanışmış oluruz böylece :)


Bu projeden benim beklentilerim neler olabilir?


Öncelikle Türkiye’deki kitap çevirmenlerinin çalışma şartlarının göz önüne serilmesini istiyorum. Kitap çevirisiyle geçinmeye çalışmanın imkansızlığının, bu işi meslek olarak benimsemenin önünde en büyük engel olarak durduğunun anlaşılmasını istiyorum. Çalıntı çevirilerin, kurnazlık yaptığını sanarak çevirmenlere bandrol sayılarını yanlış bildiren ve çevirmenlere ödeme yapmayan yayınevlerinin, kara listelerin açıklanmasını istiyorum – ki bunlar tekrarlanmasın. Yayınevleri editörleriyle çevirmenlerin bir seminerde karşı karşıya getirilmesini istiyorum. Kötü çeviri ve kötü redaksiyonların azaltılması için neler yapılabilir, kim bugüne kadar ne yapmış onları duymak istiyorum. ÇevBir’e daha iyi destek olunması için daha fazla kitap çevirmeninin birliğe üye olmasını istiyorum. Yazarlarla çevirmenlerinin bir araya getirilmesini istiyorum. Çevirmenlerin yayınevlerinden beklentileri ve yayınevlerinin çevirmenden beklentileri tartışılsın istiyorum. Çeviri evi açılsın istiyorum. Okurlarda çevirmen ve kitap çevirmenliği bilincinin uyanması için (bunun ilk adımı, alacağı kitabın çevirmenine bakmasının sağlanması olabilir) çalışmalar yapılmasını istiyorum. Daha çok şey istiyorum. Elbette hepsi birkaç günlük Tüyap’ta olacak iş değil ama bu da bir başlangıç olabilir.


Böyle bir fuardan sizin beklentileriniz neler merak ediyorum. Paylaşırsanız sevinirim.

9 Nisan 2009 Perşembe

The Translation Profession


Çeviri nedir? Çevirmen kime denir? Çevirmenin yetkinlikleri neler olmalıdır? Çeviri eğitimi mi, kişisel beceriler mi?


Çeviri ile ilgili tartışılagelen daha birçok konuya açıklık getiren bir makale. Şu ana kadar okuduklarım içinde tüm bu kavramları ve süreçleri en yalın, en net biçime açıklayan makale diyebilirim. İşte linki:




Ayrıca, http://www.ceviridergisi.net/ sitesinde çeviri ile ilgili daha birçok faydalı makale ve bilgi mevcut.

Paylaşmadan edemedim.

3 Nisan 2009 Cuma

Kültür Başkentiymiş :D



İstanbul’un 2010 Avrupa Kültür Başkenti seçilmesi ile ilgili yürütülen projeleri duymuşsunuzdur. Bu projelerden birini de, Tezer Özlü’nün yazar ve çevirmen olan kardeşi Sezer Duru yönetiyordu. Benim de heyecanla beklediğim bir projeydi bu. Söz konusu proje kapsamında, 2010’da İstanbul’da dünyaca tanınmış 16 yazar ağırlanacaktı. Bu yazarlardan kesinleşmiş olanları, Paul Auster, Amin Maalouf, Hans Magnus Enzensberger, Arundhati Roy, Margaret Atwood, Günter Grass, A.S. Byatt, Tahar Ben Jelloun ve Jean-Marie Le Clezio’ydu. Hazırlıklar devam ederken, Sezer Hn bu proje için şirket kurması ve vergi ödemesi gerektiğini öğrenmiş. Bunun üzerine Sezer Duru şöyle bir açıklama yapmış: “Ne KDV öderim, ne vergi öderim. Ben şirket değilim, tüccar değilim. Mal satmıyorum, düşünce ve yaratıcılığa aracılık ediyorum. Burada çok istisnai bir durum var ve bunu onların halletmesi gerekirdi. Kitap, çevirmen, salonlar, konaklamalar hepsini üstüme yıktılar. Prosedürün dışına çıkamadılar.”


Sezer Duru bu işten para kazanmadığını da özellikle vurgulamış. Dolayısıyla, bu proje de iptal edilmiş, onca insanın emeği boşa çıkarılmış. Hem zaten edebiyat bizim neyimize, öyle değil mi? Edebiyat karın doyuruyor mu? Halkın yarısından çoğu açlık sınırının altındayken Rönesans dönemindeki gibi edebiyat, sanat işlerine para harcamak da ne oluyormuş? Halkı okutalım da tepemize mi çıksın, dimi yaa? Boş işler bunlar booş.


İnanın bu sözleri duyar gibi oldum ve bir kez daha bu zihniyetten nefret ettim. Anlaşılan bu gidişle medeni ülkeler seviyesine çıkmak hayal olacak. Sonra da neden bu ülkede beyin göçü oluyor diye konuşurlar. Türkiye’de kitapları on binler satan yazarların bundan haberi bile yok. Book tour’larına Türkiye’yi neden dahil etmiyorlar acaba? Israrla imza günleri için Türkiye’ye de gelmesini, burada da çok okuyucusunun olduğunu söylediğim yazarlar nedense pek bir ilgisizler. Acaba neden? Bir bildikleri var elbet.

2 Nisan 2009 Perşembe

Çeviri süreci: Uzun, İnce, Çetrefilli Bir Yol


Bir kitabın çevrilme sürecinden biraz bahsedeyim istiyorum bu sefer.


Ben bir kitabın çeviri sürecini üç kısma ayırıyorum:


- Çeviri öncesi inceleme
- Çeviri
- Son okuma

Bir kitabı çevirmeye başlamadan önce genelde okunması gerektiği yönünde genel bir kanı vardır. Şayet, çevirmeyi düşündüğünüz kitap daha önce üzerinde çalışmadığınız bir yazarın kitabıysa, okumanın elbette çok faydası olur. Bu okuma size, yazarın üslubu, kitapta kullanılan kelimeler ve anlatım biçimleri, ekstra araştırma gerekecek bölümlerin olup olmadığı, çevirinin yaklaşık olarak ne kadar zaman alacağı gibi konularda fikir verir. Ancak, kitap, tarzını bildiğiniz bir yazara aitse okumadan, kısaca bir göz gezdirerek de bu ipuçlarını elde edebilirsiniz. İlk zamanlarda her çevirdiğim kitabı öncesinde okurdum ama şimdi gerek duymuyorum. Yazar ve kitap hakkında biraz araştırma yapmak, kitabı biraz evirip çevirmek o kitabı çevirip çevirmeyeceğim ya da ne kadar sürede çevireceğim konusunda bana fikir veriyor.


Yeni bir kitabın çevirisine başlayacağım zaman, her kitapta içimi bir heyecan kaplar. Daha doğrusu, kitap seçmeye yayınevine gittiğim zaman yaşadığım hazzı size anlatamam (bu normal bir şey mi, emin değilim :D). Önünüzdeki 3-5 ayı o kitap üzerinde çalışarak, bir anlamda onu yalayıp yutarak geçireceğinizden, bu seçim önemlidir. Rastgele sayfalar açıp okumaya başlarım. Künyesini incelerim, arka kapak okurum, hatta koklarım bile :D Çevirdiğim her bir kitap istisnasız özeldir benim için.


Ve bilgisayarın başına oturup, kitabın ilk sayfası olan kapağını yazdıktan sonra, artık her şey mükemmel bir sistem içinde yürümelidir. Kitabı aylara, haftalara ve günlere bölerim aklımdan. Bir yere yazmasam da o gün kaç sayfa yapmam gerektiğini bilirim. Bazen olmam gereken sayfanın gerisinde kaldığım da olur, kitabı zamanından önce teslim ettiğim de. Ama ben planımı hep en kötü olana göre yaparım. 4 ayda teslime edeceksem, 3 aymış gibi düşünürüm; çünkü her zaman hesapta olmayan işler çıkar. O gün 15 sayfa çevirmem gerekirken 10 sayfa çevirmişsem, sonraki seferde o 5 sayfayı telafi etmeye çalışırım, ama esasen ben çeviri hesabımı haftalık yaparım. Bir sonraki haftaya artık sayfa bırakmamaya çalışırım. Çeviri sırasında içime sinmeyen yerlerin altını çizerim, renklendiririm, onlara çeviriyi tamamen bitirdikten sonra dönüp tekrar bakarım. Emin olamadığım yerlerde yanlış anlamaya mahal vermemek için anadili İngilizce olan arkadaşlarımdan fikir alırım. Kısaltmalar varsa bunları kitabın yazarına danışırım. Dipnot koymaya karar verdiğim yerler için araştırmalar yaparım. Dipnotları mümkün olduğunca kısa tutmaya çalışırım, sadece metnin o bölümünde okuyucunun duraklama yapmadan devam etmesine yetecek kadar bilgi veririm. Aksi taktirde dikkat dağılabilir. Zaten okuyucu isterse detaylı bilgi için kendi de araştırma yapabilir. Açıkçası bu, dipnotun ne tür bir bilgi verdiğine bağlı. Benim tercihim, gereksiz her türlü bilgiden kaçınmaktır.


Ben çeviriye başladığımda, ilk birkaç sayfada dikkatim dağınık oluyor. Yaklaşık ikinci sayfadan sonra deyim yerindeyse depar atıyorum :D Çok iyi bir konsantrasyonla çalıştığım zaman, o çeviriye ara vermeyi ya da durmayı istemiyorum bile. Son derece keyifli geçiyor o kelimeler arasında kaybolma süreci benim için. Bazen beni duraklatan yerler oluyor, o zaman konsantrasyonumu bozmamak adına onları not alıp yola devam ediyorum ama bazen de içten içe inatlaşıyorum karşılıklarını bulmak için. Tabii bu da zaman kaybına neden oluyor, ama eğer bu inatlaşma sonunda aradığım ifadeyi bulursam, kazandığım zaferle yola devam etmek çok daha keyifli oluyor :D


Çevirinin tamamı bitince, renklendirip altını çizdiğim kısımları da netleştirdikten sonra, son okuma süreci başlıyor. En fazla dikkat gerektiren kısım bu kısım bana göre. Bazı çevirmen arkadaşların, çevirilerini bitirdikten sonra başka kişilere okuttuklarını duyuyorum. 2. kişinin gözünden okunmasının faydaları var elbette ama ben bunu tercih etmiyorum. Her çevirimi bitirdikten sonra baştan sona bir okuyucu gibi okurum. Bunu yaparken mümkün olduğunca çevirmen gözüyle okumamaya gayret gösteriyorum ama bunu yapmak gerçekten çok zor. Kitabın basıldığını ve benim de o kitabı ilk kez okuyacak olan bir okuyucu olduğumu düşünüyorum. Kitabı çevirirken yaptığım ‘typing’ hatalarını, kulak tırmalayan yerleri belirleyip düzeltiyorum; cümle dizimlerini değiştiriyorum; noktalamalarda gözümden kaçan yerlere müdahale ediyorum. Ne kadar dikkat edersem edeyim mutlaka gözümden kaçan şeyler oluyor –işte redaktörler bunun için var. Hatta bazen okurken, “ben buraya neden böyle demişim ki?” bile diyorum.


Son okuma da bittikten sonra çevirimi yayınevine teslim ediyorum. Bir daha da yüzünü görmüyorum maalesef. Basılana kadar geçen süre ise, bir redaktör tarafından bilinçsiz müdahalelere kurban gitmemesi için tırnak kemirmekle geçiyor :D


Bol kitaplı günler diliyorum.