25 Haziran 2010 Cuma

Taviz... Nereye kadar?




Çeviri yapmayı ne kadar çok sevdiğimi ve birçok insanın aksine, beni mutlu eden mesleği bulduğumu her fırsatta dile getiriyorum. Ama bu aralar, böyle hissetmemde önemli payı olan “okumayı sevdiğim türden kitapları çevirme” konusunda ne kadar taviz verebileceğim ciddi ciddi kafamı kurcalar oldu.

Son 3 çevirimden –bestseller kitaplar olup iyi kazandırmalarına rağmen- mesleki ve edebi anlamda keyif almadığımı rahatlıkla söyleyebilirim. Hatta bu kitapların sadece bir tanesinden hiçbir kitaptan kazanmadığım kadar iyi kazandım. Bu beni maddi anlamda tatmin etse bile ne kadar doğru yolda olduğum konusunda düşünmemi engellemedi. Benim edebiyat anlamındaki tercihlerim toplumun büyük bir kesimi ile uyuşmuyor olacak ki bu kitapların herhangi birinin bestseller olduğunu göremedim şimdiye kadar.

Bu son 3 çevirimden sonra, yayınevi bana yine aynı tarzda bir kitap önerdi. Beklentilerimin suya düştüğünü söylememe gerek yok sanırım. Bu kitabı almak istemedim ama editörüm şu anda ellerinde sadece bunun olduğunu ve bu tarzın iyi gelir getirdiğini söyledi. Açıkçası maddi anlamda çok ihtiyacım olduğunu söyleyemem, yani kitap çevirisi yapmasam da hayatımı aynı standartlarda idame ettirebilirim ama beni her seferinde çeviriye iten şey bu işten aldığım keyif. Ancak, sırf bu işi seviyorum diye düşük standartlarda çalışıp, emeğimi sömürtmek de kabul edebileceğim bir şey değil. Bu bakımdan şu an çalıştığım yayınevinden memnunum. Ödemelerini aksatmaz ve diğer baskılarda kuruşuna kadar çevirmenin hakkını öder. Ama art arda gelen krizler yayınevini de vurmuş olmalı ki, son zamanlarda fazla çeviri kitap yayınlamaz oldular ve de yayınladıkları türde bir sapma seziyorum. Şimdi benim kafamı kurcalayan şey, bu dönem geçene kadar sevmediğim tarzda çeviriler yapmaya devam etmeli miyim, yoksa belki birkaç sene bu sevdiğim işten uzak mı durmalıyım?
:(

28 Ocak 2010 Perşembe

Şüphe ve Çeviri İkilisi


3 aydır üzerinde çalıştığım kitap çevirimi nihayet tamamladım. Şu sıra son okumasını yapmakla meşgulüm. Çeviri sürecinden büyük keyif almam bir yana, son okumanın keyfi ayrı benim için :) Neden mi? Açıklayayım.

İnsan bir işi yaparken kendinden çok emin olunca hata yapma payı da artıyor (Şimdi, bir arkadaşımın geçenlerde “sadece aptallar emin olur” dediğini hatırladım :) çok doğru bir laf.) Diğer işler bir yana, çeviri yaparken, yaptığım çevirilerden, bulduğum karşılıklardan, o karşılığın olabilecek en iyi karşılık olup olmadığından sıklıkla şüphe ederim ama bunu yaparken dozu da iyi belirlemek, aşırıya kaçmamak gerek, aksi takdirde durum tersine dönebilir. Sonuçta fazla şüphe de güvensizlik doğurur. Burada demek istediğim, iyi bir çevirmenin yaptığı çeviriden içten içe şüphe etmesinin o çevirmene zarar değil, fayda sağlayacağı. Eğer bir şeyin doğru olduğundan emin olursanız onu sorgulama ihtimaliniz de düşer. Ama ya o sizin sandığınız kadar doğru değilse? Bunu anlamanın güzel bir yolu var: son okuma.

Çevirilerimi yaparken, çeviri sürecinde duyduğum şüphe içten içe bende metni beğenmeme duygusu uyandırıyor. Öğrencilerin sınav kağıtlarını okuyan bir öğretmenin eleştirel bakışı gibi. Her zaman, bu kelime için daha iyisi bulunabilir ihtimalini açık tutuyorum (elbette onu bulacak olan yine benim ama henüz değil). Ve çeviriyi tamamladığımda, o devasa metin haline gelen kelime öbekleriyle yüzleşme, onlarla uzlaşma vakti de gelmiş oluyor. Son okumaya geçtiğimde, çeviri sürecinde bir suçlu gibi şüphe duyduğum metnin, onları bir okuyucu gözüyle okurken aslında şüphelendiğim kadar kötü olmadığını fark edince üzerime bir rahatlık çöküyor. Genelde, son 3-5 kitaptır bunu yoğun bir şekilde hissediyorum, sanıyorum buna tecrübe diyorlar. Beni zora sokan o ifadelerin karşılıklarını içime sinecek şekilde bulacağımı zaten biliyorum ama bilerek yazdıklarımdan şüphe etmek bana son okumada mükafatını veriyor.

Son okumaya başlarken bir çevirmen gözüyle okumanın yanı sıra, bir de okuyucu gözüyle okumak gerektiğini insanın son kelimeye kadar aklından çıkarmaması gerek. Bunu unuttuğunuz an amaçtan sapıp, yine metni ameliyat masasına yatırmış, yine analiz etmek için cümle boyutuna indirgemiş oluyorsunuz. Oysaki yapmanız gereken metnin bütününden çıkmamak. Yani, bir anlamda çeviri sürecindeyken uyguladığınız tümevarım yöntemini (cümleden metnin tamamına), son okuma sırasında tersine çevirmeniz gerekiyor. Kelime kelime, cümle cümle okusanız da hiçbir zaman metnin bütünlüğünü kaybetmemeniz gerekir. Bu esnada önemli bir avantajınız da var: şu anda o kitabın tamamını hatim etmiş, en ince ayrıntısına kadar analiz etmiş olmanın verdiği bütünlük bilincine de sahipsiniz.

Genelde içime sinmeyen karşılıkları çeviri metni üzerinde highlight ederim ve onlara çeviriyi bitirdikten sonraki son okuma sırasında geri dönerim. Bunun sebebi de, o ifadelere sonradan hem okuyucu gözüyle objektif bakarak değerlendirme hem de metnin tamamını sindirmiş bir çevirmen olarak tekrar yorumlama şansımın olacağını bilmem. Bu yöntem her zaman kazançlı çıkarır çevirmeni.

Bu defa 2 kitap birden aldığım için (aynı yazara ait), iki çeviri arasında ara vermeyeceğim. Zaten ara verme lüksüm de yok, çünkü kitaplar kısa bir süre içinde basılacaklar. Daha şimdiden (sevmediğim bir tür de olsa) yeni kitabın heyecanı ve endişesi başladı bende :) Yoksa şüphe mi demeliyim buna?