25 Mart 2009 Çarşamba

Seni mi eleştirsem, yoksa onu mu?

Sekiz senedir kitap çevirmenliği yapıyorum. Yurtdışında yaşadığım zamanlar ve eşzamanlı yürüttüğüm diğer işlerimin yoğunlaştığı dönemler haricinde kitap çevirmenliği hayatımın son sekiz yılında hep yer aldı ve birkaç yıl önce verdiğim bir kararla da hayatımın geri kalanında sadece bu işi yapmaktan keyif alacağımı anlayıp, sadece bu işi yapmaya karar verdim. Daha önceki yazılarımda da belirttiğim gibi, bu mesleğin şartları maalesef ikinci bir işi zorunlu kıldığından, tüm zamanımı bu işe ayıramazsam da kitap çevirmek için bir şekilde mutlaka zaman yaratıyorum. Elimden geldiğince edebiyat çevirmenliği alanında çıkan dergileri, medyadaki yazıları, okuyucu yorumlarını, seminerleri, toplantıları vs de kaçırmamaya gayret ediyorum. Bu işe bu kadar gönül vermişliğime ve 20 civarında kitap çevirmişliğime (artık saymıyorum, geçmiş de olabilir) rağmen, bir edebiyat çevirisi hakkında yorum ya da eleştiri yapacağım zaman, bir şey demeden önce kırk kez düşünüyorum. Son derece eleştirel bir yapım olmasına ve sözümü asla sakınmamama rağmen, bir çevirmenin özenli ya da özensiz yaptığı işi eleştireceğim zaman otokontrol mekanizmam devreye giriyor. Sanırım bunun altında, o işin her aşamasını geçmiş ve nasıl bir dikkat ve emek harcayarak yapılması gereken, sabır gerektiren bir iş olduğunu bilen biri olmam yatıyor. Neredeyse her çevirmenin, yeni çıkan çevirisine yeni doğan bir bebek gibi yaklaştığını bildiğimden sanırım. Her hatada olduğu gibi, her başarının da çevirmene yontulmayacağını biliyor olmamdan sanırım. Ama bu elbette bir yanlış varsa söylenmeyeceği anlamına gelmiyor. Zaten genelde çevirmenler, diğer edebiyat çevirmenlerinden aldıkları eleştirilere gücenmiyorlar gözlemlediğim kadarıyla; aksine, o eleştiriler daha iyisi için bir geribildirim sağlıyor meslektaşına. Çevirmenleri çoğunlukla rahatsız eden okuyucu yorumları oluyor genelde.


Her yerde az çok böyledir ama benim ülkemde nedense herkes her işin ehli görür kendini. Öyle ki, bilip bilmeden her konuda ahkam kesmeye bayılır. Az çok dil bilen her kişi çevirmenlik yapmayı hak görür kendine, hayatında tek cümle çevirmemiş insanlarsa çeviri eleştirmeni kesilir adeta. Şimdi herkes bunun üzerine kendini sorgulayıp, bu davranışlarına haklı bir yorum getirebilir. Elbette okuyucu okuduğu kitap hakkında yorum yapacaktır; bazı yerinde yapılmış yorumlar çevirmene de yazara da birçok şey katabilir ama bir kitaba para ödeyip onu okumuş olmak, o kitap üzerinde aylarca çalışmış kişileri haklı ya da haksız yerme hakkını vermiyor kimseye. En azından bir eleştiri yapılacaksa önce soruna kimin neden olduğunu bilmek gerekir diye düşünüyorum. Son zamanlarda diğer bloglarda ve bazı kitap forumlarında sıkça rastladığım, muhtelif çeviriler üzerine yazılmış acımasızca yorumlar beni bu yazıyı yazmaya itti. Bir anda eleştirilen sanki benim çevirimmişçesine meslektaşımın yerine koydum kendimi. Bahsedilen sözde hatalardan kendisinin haberi bile olmayabilir esasında. Yayıncılık piyasası öyle serbest ve başıboş işleyen bir piyasa halini aldı ki, bir kitap piyasaya çıktığında kimin o kitabın neresinden tuttuğunu, ne gibi müdahaleler yaptığını bilmek her geçen gün zorlaşıyor. Üzerinde çevirmenin adı olması nedeniyle, çeviride, imlada, noktalamada, hatta harf eksikliklerinde bile ilk hedefimiz çevirmen oluyor. Çevirmenin de hataları olacaktır elbet, nihayetinde çeviri bir insan işidir, makine değil ama bu konuda bir eleştiri yapılacaksa en azından muhatabınızın bilinmesi gerekir diye düşünüyorum. Kullanılan dile dikkat edilmeli diye düşünüyorum. O kitabı okumanızı sağlayan yazara, çevirmene, redaktöre, editöre ve yayınevine biraz daha saygılı bir üslupla hitap edilebilir diyorum. Cin olmadan adam çarpmaya kalkmasak diyorum.


Ben olsam ne yapardım? Beni çok rahatsız eden bir çeviriyle karşı karşıyaysam ve bu kitabın orijinaliyle çevirisini karşılaştırıp fikir yürütme şansım yoksa, her halükarda çevirmene hitaben bir eleştiri yapmaktan çok, yayınevine hitaben yapardım eleştirimi. Sonuçta o ekibi seçen, bu insanlara iş veren ve o işleri hakkıyla kontrol ettirmeyen yine yayınevi. Ayrıca o çevirinin çevirmenin yaptığı orijinal çeviri olduğunu ve o şekilde yayımlanıp yayımlanmadığını da bilmiyorum. Normalde övgüler yağdırabileceğim bir çevirinin de aslında düzeltmenin eseri olup olmadığını da bilmiyorum. Bildiğim şeyse, birçok kalifiye çevirmen arkadaşımın çevirilerini teslim ettikten sonra çevirileri kötü redaksiyona maruz kalacak da değişecek diye sabah akşam tırnak kemirdikleri. Bunu ben de az yapmadım. Dolayısıyla, böyle kompleks ve belirsiz bir yapıda bir görüş bildireceksem, konudan belki de bihaber olan bir kişiye suçlamalar yağdırıp, zaten tutunacak bir yeri olmayan şu meslekten soğutmak yerine, o kitaptaki her şeyin birebir muhatabı olan yayınevine bir mail atmayı yeğlerim. Bu eleştirimi yaparken de, sadece bir okuyucu olduğumun, ne çevirmenin ne de redaktörün işini yargılayacak mekanizmaya sahip olmadığımın bilincinde olurum. Burada eleştirilen şey, kişi değil, yapılan iş olmalı. Sonuçta eleştirdiğiniz kısım kimin işi, bunu onlar bilir. Kötü çevirmen eleştiriyle ne kadar düzelir bilinmez ama o eleştiri işine önem veren bir yayınevinin eline geçerse, o çeviri de büyük ihtimalle düzelir diye düşünüyorum.


İyi okumalar dileğiyle.

12 yorum:

Ludmilla dedi ki...

Çok güzel, sorgulatan bir yazı olmuş. :)

Benim özensizliğe tahammümülüm yok ama, bunu ısrarla yazmaya devam edeceğim, baştan anlaşalım. :)

Ben şu Orhan Pamuk'un Nobel alma meselesine benzetiyorum yazılanları, ağzı olan konuşuyor, önce sadece siyaset ve dindi, şimdi göz ucuyla baktıkları, azıcık bildikleri her şey hakkında rahatlıkla ahkâm kesebiliyorlar. Özellikle hakarete varan yazı türlerinden çok rahatsızım.

Yazınla bir şeyler değişebilir umarım, en azından görev ayrımı kısmını bir kaç kişi daha öğrenmiş olur.

Sevgiler,

spell dedi ki...

Merhaba Ludmilla,

Öncelikle yazımı beğendiğin ve yorum yaptığın için teşekkür ederim.

Benim de özensizliğe tahammülüm yok, hatta çok tepkiliyimdir bu konuda. Ancak, benim kast ettiğim bu değil, eleştirmeyelim demiyorum ben. Bu yazıyla anlatmak istediğim, kimi eleştireceğimizin ayrımını yaparken, o meslek erbabındanmışçasına iddialı laflar etmeyelim diyorum. Şahsen, kendi çevirilerim haricindeki kitaplar için bir okuyucu olduğum için, ben olsam böyle yapardım diyorum ve bu yolun daha etkili olacağını düşünüyorum.

Yayıncılık dünyasına atılmayı düşündüğün şu günlerde bu ayrımı yapmanın, en azından duvarın diğer tarafında işlerin nasıl yürüdüğünü anlamanın senin de yararına olacağı kanaatindeyim.

Sevgiler.

Ludmilla dedi ki...

Küçüğümüzü her zaman sevmesek de, büyüğümüzü çoğunlukla dinleriz Sayın Spell, arz ederim. :)

Seniha Akar'ın, Kapanda Üç Kaplan için yazdığı yazıdan beri çevirmenlere hiç karışmıyorum zaten, zor iş neticede.

spell dedi ki...

:)))) süpersin.

serpil dedi ki...

Seniha Akar'ın o yazısını çok merak ettim, google'da yok, nasıl bulacağım şimdi ben onu:(

Ludmilla dedi ki...

Serpil, Spell'e tarayıp yollayacağım o yazıyı, mail adresini yollarsan sana da yollayabilirim, sevgiler.

ludmillalotario (at) gmail (dot) com

Sera dedi ki...

yazdıklarının hepsine katılmakla birlikte, bu konuda yüksek lisans yaptıktan sonra, konuyla alakası olmayıp kafasına göre ve neye göre eleştiri yaptığından bihaber insanların yazdıklarını görmenin de bana aynı hisleri verdiğini bilmeni istedim.

spell dedi ki...

Merhaba Sera,
Maalesef bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olma konusunda çok ustayız :)
Teşekkürler.

vvfb dedi ki...

Merhaba,

Yazılarınızı okumak çok keyif veriyor bana. Koca bir hevesle okuyorum ve birşeyler kapma heyecanıyla bir çırpıda sonuna geliyorum metinlerin:)

Beni düşündürttü bu yazdığınız. Zaman zaman haksızlık yaptığımı fark ettim. Elimize bir isim verilince sayıp savuşturuyoruz. Aslında bir sorum var. Çevirmen, kendisine teslim edilen metin üzerinde o kadar çok çalışıp, o kadar fazla özendikten sonra yayınevi çalışanları çevirisi biten metni alıp istedikleri yerleri istedikleri gibi değiştirebiliyorlar da okuyucuların o ağzından düşürmediği pürüzleri veya hataları onlar fark edemiyorlar mı? Bunun olmasına izin vermemeleri gerekmez mi? Ya da bu durum, birçok yayınevi çalışanının sadece ticaret yaptığını mı gösterir?

spell dedi ki...

Merhaba Darksight,

Yazılarımla ilgili sözlerin için teşekkür ederim öncelikle. Soruna gelince, o hataları onlar fark edemiyorlar demek ki, demekten başka bir çare kalmıyor cevap için; çünkü fark edilse düzeltilirdi, öyle değil mi? Hatayı fark edebilmek içinse doğrusunu bilmek gerekir önce. Ben sana daha ilgincini söyleyeyim: ben doğru çeviriyi hatalı ifadelerle ve yazım yanlışlarıyla dolduran birçok redaktör gördüm :)Bu insanların hatayı fark etmesini istemek bir yana, dokunup bozmasınlar çevirimi diye dua edersin :)
Ticaret konusunda haklısın. Maalesef çoğu yayınevi bu işi kitap çıkarmış olmak için yapıyor. Şu yazarın kitabı bizim yayınevinden çıktı, bu yazar da çok satan bir yazar, tamamdır. Ama ya içerik? Okuyucuyu fazla hafife alıyorlar bence. Dikkatli okuyucunun gözünden en ufak bir hata bile kaçmıyor ve bu da yayınevinin imajını okuyucunun gözünde sarsıyor.

nox dedi ki...

Soru:100 sayfalık standart bir edebi çeviride, kitap yayınlandıktan sonra kaç adet imla, anlatım ve detayını bir uzman gibi bilemeyeceğim hatalar olabilir?

Örneğin 100 sayfada 15 irili ufaklı hata ilk baskı için kabül edilir, üçüncü baskı için bu sayı şu kadar olmalı denilebilir mi?

Standartları nelerdir?

spell dedi ki...

Size bu konuda rakamsal bir bilgi veremeyeceğim. Sonuç olarak redaktör değilim, çevirmenim. Sorduğunuz soru, çevirinin redakte edilip basıldıktan sonraki haliyle alakalı. O süreç redaktör/editör tarafından gerçekleştiriliyor. İdeali hiç olmaması ya da minimum düzeyde olmasıdır tabii. Hepsinin amacı en az sayıda imla hatası olacak şekilde basmak olmalı ama bu derece hassasiyet gösteren, altyapı sahibi yayınevlerinin fazla olduğunu sanmıyorum. Bu noktada yayınevinin prensipleri devreye giriyor sanırım. Bir de, genelde hatalar diğer baskılara göre ilk baskıda daha çok olur. Eğer ilk baskıdaki bazı hatalar basımdan sonra fark edilmişse böylece diğer baskılarda düzeltme şansı olur.

Yorum Gönder