6 Mart 2009 Cuma

Edebiyat Çevirmenliği: Bir Gönül İşi


Kitap okuma düzeyinin çok düşük olduğu, okuyanların da çoğunlukla yayınevlerinin ‘bestseller’ diye tabir edip öne sürdüğü kitapları almaya meyilli olduğu bir çevrede, ekmeğini edebiyattan kazanmaya çalışanların eline ekmek yerine kırıntı geçmesi elbette kaçınılmazdır.

Birçok kişinin sıkıcı olarak tasvir ettiği kitap çevirmenliği işi gerçekten de zor iştir. Her şeyden önce, çevirmek için çok okuyacak, sürekli devinim geçiren her iki dilin de gerisinde kalmayacaksın. Bu işin bir ofis ortamında yapılmadığını, evde tek başına çalışmak gerektiğini ve bunun sonucunun da kısmi bir anti-sosyallik olduğunu unutmayacaksın. Tüm gün masa başında oturmaktan ağrıyan sırt, ekrana bakmaktan kızaran gözler de cabası. Haa hareketsizliğin sonucunda alınan kiloları da unutmamak gerek.

Çevirmen beyin işçisidir. Sağlam ve dinç bir kafaya sahip olacak ki verimli çalışabilsin. Sabahtan akşama birkaç sayfayı çevirmek için kafa yorarken dört duvar arasında saatin nasıl geçtiğini anlamayacaktır bile. Dolayısıyla bu durumun birçok fiziksel yansıması olacaktır uzun vadede. Ancak tüm bu rahatsızlıklara, meslek hastalıklarına tutulmasına karşın, bu mesleğin ona sağladığı bir sosyal sigorta imkanı bile yoktur. Hasta olduğunda her kuruşunu cebinden karşılamak zorundadır. Çünkü evde çalışmaktadır, yaptığı iş de işten sayılmaz güya! Bunlar yetmezmiş gibi, düzenli maaşı olmadığından düzenli ödemelerini de karşılayamaz. Bu nedenle birçok çevirmen gönül verdiği bu işin yanı sıra (sadece bu işe gönül verenleri kastediyorum), başka işlerde de çalışmak zorunda kalır. Hatta bu durum öyle bir hal alır ki, hafta içi 5 gün sevmediği bir işte çalışıp, esas yapmayı istediği iş olan kitap çevirmenliğini hafta içi akşam arta kalan zamanlarda ya da hafta sonu kendisine, ailesine ayıracağı zamanından kısıp yapar. Böylece asıl işi olması gereken çevirmenlik birden ek iş halini alıverir. Belirli bir yaşa gelmiş, belli bir birikim yapmış, hatta emekli olup devletten maaş alan kişilerin çeviri yapmaları daha keyifli bir uğraş olabilir. Ancak kitap çevirmelerinin çoğunun daha genç kesim olduğu ve geçimini üstlenmesi gereken başka kişilerin de bulunduğu göz önünde bulunduğunda, düzenli gelir ve sosyal imkanlar için başka işler yapmak kaçınılmaz olur.

Sadece kitap çevirisiyle geçineceğim, diyen Don Kişot’ların bu işten kazanacağı para ise sıradan bir işçinin maaşını ya geçer ya geçmez. İsterseniz hesaplayalım. Olması gerektiği gibi telifle çalıştığını düşünelim. Bir kitabın normalde ilk baskısı 2000 adet olur ama bu genelde büyük yayınevleri için geçerlidir. Çoğu kitapevi ilk baskıyı 1000 adet yapar. 250 sayfalık ortalama bir kitabın piyasaya çıkış fiyatına 14 TL desek (%7 KDV’yi de düşelim), çevirmenin normal şartlarda alması gereken yüzdesinin de 7 olduğunu düşünürsek 1000x13= 13,000 bunun yüzde 7’si de 910 TL’dir. Ben yine iyimser davranıp yüzdeyi 7’den hesapladım. İlk baskısı 2000’den basılıp yüzde 7 telif alan bir çevirmen böyle iyi şartlarda bile 1,800 TL anca kazanabiliyor. Oysa ki birçok yayınevi bunun çok altında ödeme yapıyor. Artık büyük yayınevlerinin bile yaşanan mali kriz nedeniyle çevirmen yüzdelerini aşağıya çekmeye çalıştıkları biliniyor. Ayrıca bu para öyle her ay maaş gibi alınmıyor, yanlış anlaşılmasın. 250 sayfalık bir kitabı özenle 3 ayda çevirdiğini ele alırsak, bu kitabın tahmini piyasaya çıkış fiyatının çarpımıyla bulunan toplam alacağın yarısı, çevirinin teslim edilmesinden sonraki 1 ay içinde (yani 4 ay sonra), ücretin kalanı da kitap piyasaya çıktıktan sonraki 1 ay içinde (yani yaklaşık 4-5 ay sonra) ödenebiliyor. Çoğu yayınevleri ise bu rakamı 3 taksitle ödüyor. Durum berbattan da berbat.

Dolayısıyla bu işte akıntıya ısrarla kürek çekmeye çalışanlar için bu gönül işi değil de nedir?

Çevirmeni bu karşılığını çok az aldığı işi yapmaya iten nedir?

İlk başta bir kitapsever oluşudur. Kitapsız bir hayat düşünemiyordur muhtemelen. Hatta kütüphanesi iki iş arasında koşmaktan okumaya fırsat bulamadığı kitaplarla doludur ama o, bir gün sadece sevdiği işi yaparak o kitapları tek tek okuyacağı günün hayalini kuruyordur.

Kelimelerle bir kedinin bir yumakla oynayışı gibi oynamayı seviyordur örneğin. Onları evirip çevirmeyi, devirip düzeltmeyi ya da yazıp silmeyi… Belki de bir kelimenin ya da cümlenin karşılığını bulana kadar gittiği her yerde aklını meşgul etmesini seviyordur. Gördüğü ya da okuduğu her şeye o ifadeyi bulma arzusuyla yaklaşmayı seviyordur. Belki de o kadar emek harcadığı işi bir kitapçının rafında görünce yaşadığı mutluluğun yerini çok az şey alabiliyordur. O kitabı çevirmese birçok insanın ondan mahrum kalacağını düşünüyordur. Mutlaka bir şeyleri seviyordur, sevecek bir şeyler arayıp buluyordur ısrarla. Yoksa bu meslek ne geçinmesine ne de bir statü inşa etmesine yarayacaktır.

Biraz karamsar bir yazı oldu ama gerçeği yansıtmaya çalıştım. Umarım bu meslek artık bir meslek olarak kabul görür ve emektarları da biraz daha saygıya değer kabul edilir.

Güzel günler görmek dileğiyle :)

4 yorum:

serpil dedi ki...

Ne güzel anlatmışsınız, gerçekten de çok emek verilen bir iş bir kitabı çevirmek. Ama kazancının bu kadar az olabileceğini düşünmemiştim hiç. Edebi çeviri gönlümde yatan meslekti,üniversite bitince ticari çeviri yaptım ama hiç sevmedim.Şimdi işimin bir parçası yine çeviri,çok severek yapıyorum. Okumak, sözcükler, yazmak, hepsi tam da sizin anlattığınız gibi işte.
Yazılarınızı merakla bekliyorum.
Sevgiler.

spell dedi ki...

Çok teşekkürler Serpil. Demek ki meslektaşız :)
Öyleyse siz bu durumu daha iyi anlarsınız. İngilizce'den mi çeviriler yapıyorsunuz?
Bakın, bu rakamlar hevesinizi kırmasın. Ben bunlar çoğunlukta diye bu örneği verdim. Ama büyük yayınevlerinde çalışıyorsanız durum o kadar da acıklı değil ama bahsettiğim sosyal imkanlar malesef bu meslekte yok. Çevirdiğiniz kitap sayısı arttıkça tecrübeniz ve işinizin kalitesi de artıyor. O nedenle bu işi gerçekten seviyorsanız önünüze hiçbir şeyin çıkmasına izin vermeyin.
Sevgiler.

serpil dedi ki...

Ben İngilizce Öğretmenliği mezunuyum ama benim dönemimde çeviri dersleri çok yoğundu, daha da güzeli hocam Yurdanur Salman'dı, tanırsınız belki.Bana çeviriyi sevdiren odur zaten.
Şimdi İngilizce eğitimiyle ilgili bir yayınevinde çalışıyorum ve benden başka Türkçe bilen olmadığı için çeviri sorularını da yapıyorum.
Sizi de çok merak ettim aslında, hatta isminizi tahmin etmeye çalıştım spell'den yola çıkarak :)
Görüşmek üzere.

spell dedi ki...

Ben de İngilizce Öğretmenliği mezunuyum :)
İki alanda da meslektaş çıktık :)

Buraya isim vermek istemedim, çünkü aksi takdirde belki bu kadar rahat yazamazdım.

Yorum Gönder