20 Mart 2009 Cuma

Çeviremediklerimizden misiniz?



İlginç bir başlık oldu, değil mi? :) Geçenlerde bir arkadaşımın sorduğu soru üzerine bu konu hakkında düşünmeye başladım ve sonuçta bununla ilgili bir şeyler yazayım dedim. Soru şuydu: “Hangi Türkçe kitabı yabancı dile çevirmek isterdin?”


Öyle hemencecik cevap verebileceğim bir soru değildi ama ister istemez bir liste oluştu kafamda. Sonra da aynı hızda, bu kitapların bir başka dile çevrildiğinde aynı etkiyi kesinlikle bırakmayacağı düşüncesi belirdi. Her eser, yazılmış olan her kitap eşsizdir elbette ama bazıları, dil yapısıyla, içeriğiyle, ironisiyle tam anlamıyla “unique” denilebilecek cinstendir.


Benim için Oğuz Atay’ın ‘Tutunamayanlar’ da öyledir ve çeviremediklerimiz listemde başköşede yer alır. Çevirememek derken, elbette bir başka dilde o cümleleri bire bir ifade etmeyi kastetmiyorum. Bu pekala yapılabilir ama aynı etkiyi verir mi? Oğuzcuğum Atay’ın en umutsuz anlarında alayla karışık bir “bat dünya bat!” patlatışını başka bir dildeki herhangi bir söz öbeğinin karşılamasına imkan var mı? Peki, Turgut Özben’in Selim’e dediği, “Sen söyle Selim, sen söyleyince beylik olmaz,” cümlesine ne demeli? “You tell me, Selim, otherwise it is a cliché” mi demeli, yoksa daha birebir bir çeviriyle , “You tell me, Selim, it won’t be a cliché when you say,” mi? Ne dersek diyelim, o içtenliği, o vurguyu, o güveni yaratamıyor benim gözümde. Oğuz Atay hayattayken Sevin Seydi’nin Tutunamayanlar’ı İngilizceye çevirdiğini okumuştum ama metni hiçbir zaman yayımlatmamış. Bence çok da doğru bir karar, çevirisi ne kadar iyi olursa olsun ‘unique’ eserler öyle kalmalı.


Listemdeki bir diğer kitap da Tezer Özlü’nün “Yaşamın Ucuna Yolculuk”. Tutunamayanlar’a göre bir parça daha umutlu ama yine hayır, o bir başınalığı, o karamsarlığı, o duygu yoğunluğunu başka kelimelerle yorumlamaya çalışmayı istemezdim. Bırakırdım olduğu gibi kalsın, çünkü aynı duyguları hissettirmeyecekse o kitabı çevirmemek bir kayıp değil bana göre. Aynı şey “Eski Bahçe Eski Sevgi” içindeki kısa öyküler için de geçerli. “Stein Alanındaki Postanede” öyküsünde anlatıcının yaşadığı o sıkıntıyı, bu sıkıntıyı anlatmak için kullandığı ifadeleri başka bir dilde aynı duygu yüküyle yansıtmak ne kadar mümkün? Postanede tanıştığı zenci adam ona doğum gününü sorduğunda, Tezer Özlü’nün aklından geçen “Allah’ın belası bir günde herkesin bir doğum günü vardır,” cümlesindeki isyanı nasıl yansıtacağız? Açıkçası bu ifadelerin hepsine birçok alternatif çeviri üretilebilir ama hiçbiri bu cümlenin bana hissettirdiklerini hissettirmeyecek. Sanırım bu da anadilin güzelliği oluyor :)


Ancak, böyle bir konuda bahsederken, şairliğinin yanı sıra bir çeviri/yorumlama ustası olan Can Yücel’in çevirilerinden söz etmeden geçemeyeceğim. Birçok çevirmen ve eleştirmen tarafından Can Yücel’in şiir çevirileri çeviri midir/değil midir diye eleştiriledursun, bana göre kendisi bu alanda üstattır. İngilizceden şiir çevirilerini okuduğumda, çoğu zaman bunun bir çeviri olduğunu unutuyorum. Zaten kendisi de ne güzel ifade etmiş, “Ben çeviri yapmam, Türkçe yazarım,” diye. Bana göre bu bir başarıdır. Orijinaline %100 sadık kalarak şiir çevirmenin ne kadar doğru olduğu da başka bir tartışma konusu. İşte bu noktada Can Yücel, benim ‘çeviremediklerimiz’ listemdeki kitaplar için –illa çevrilecekse- uygulanması gereken tek doğru yöntemi uyguluyor ve onu okuyucunun anlayacağı, kendi özgün kullanımıyla yazıyor. Anlatmak yerine bir örnek vereyim:


SONNET LXVI

Tired with all these, for restful death I cry,
As to behold desert a beggar born,
And needy nothing trimm'd in jollity,
And purest faith unhappily forsworn,
And gilded honour shamefully misplac'd,
And maiden virtue rudely strumpeted,
And right perfection wrongfully disgrac'd,
And strength by limping sway disabled
And art made tongue-tied by authority,
And folly--doctor-like--controlling skill,
And simple truth miscall'd simplicity,
And captive good attending captain ill:
Tir'd with all these, from these would I be gone,
Save that, to die, I leave my love alone.

William Shakespeare

66. SONE

Vazgeçtim bu dünyadan tek ölüm paklar beni,
Değmez bu yangın yeri, avuç açmaya değmez.
Değil mi ki çiğnenmiş inancın en seçkini,
Değil mi ki yoksullar mutluluktan habersiz,
Değil mi ki ayaklar altında insan onuru,
O kızoğlan kız erdem dağlara kaldırılmış,
Ezilmiş, hor görülmüş el emeği, göz nuru,
Ödlekler geçmiş başa, derken mertlik bozulmuş,
Değil mi ki korkudan dili bağlı sanatın,
Değil mi ki çılgınlık sahip çıkmış düzene,
Doğruya doğru derken eğriye çıkmış adın,
Değil mi ki kötüler kadı olmuş Yemen' e
Vazgeçtim bu dünyadan, dünyamdan geçtim ama,
Seni yalnız komak var ya, o koyuyor adama.

(Çeviren: Can Yücel)

8 yorum:

Ludmilla dedi ki...

Çok güzel bir yazı olmuş, aslında şu unique meselesi kafamı kurcalamıyor değil. Önce Oğuz Atay tanınmalı diyorum, sonra hakkıyla aktarılamayacağını düşünüp vazgeçiyorum.

Tezer Yaşamın Ucuna Yolculuk'u ilk almanca yazmış ama sonra türkçeye birebir çevirmemiş, yeniden yaratmış. O bile kendini birebir çevirmeye kalkışmıyorsa başkasının Tezer'i hakkıyla çevirmesini bekleyebilir miyiz? Sanmıyorum.

Yazının tadı damağımda kaldı, böyle yazılar yazmalısın arada :)

serpil dedi ki...

Can Yücel'in çevirilerini severim ben de, bir de Bülent Ecevit'in şiir çevirileri güzeldir.
Bu güzel yazını okuyunca evdeki Tezer Özlü kitaplarını tekrar okumak istedim.
Oğuz Atay'ı henüz okumadım, sence hangi kitabından başlamalıyım?

spell dedi ki...

Ludmilla- Çok teşekkürler, beğenmene sevindim. Tezer Özlü'nün bu kitabı önce Almanca yazdığını belirtmen çok iyi olmuş, bu detay benim aklıma gelmemişti. Çeviri anlamında, "Kalanlar"ın bazı bölümlerini ve "Eski Bahçe Eski Sevgi"den bazı öykülerin kardeşi Sezer Duru tarafından Almanca'dan Türkçe'ye çevrildiğini biliyorum. Bunu da buradan söyleyelim.

Bu tür yazılar yazmaya gelince, yazarım elbet :)

Serpil- Teşekkür ederim. Haklısın Bülent Ecevit çevirileri de güzeldir. Oğuz Atay için biraz ağır bir başlangıç ama onu tanımanın en kestirme yolu olan 'Tutunamayanlar'la başla derim ben. Ya seversin, ya sevmezsin. Arası yok :)

Günlerin Tortusu dedi ki...

Yazınızı okuyunca ilk aklıma gelen bu günlerin -yine- popüler yazarı Elif Şafak ve İngilizce yazıp Türkçe'ye çevirttiği (?) kitabı Aşk oldu (hayır, henüz kitabı okumadım, bestseller kuralıma göre daha 3 yılı var :)

Bir çevirmen olarak Elif Şafak hakkında ne düşündüğünüzü merak ediyorum açıkçası. İngilizce yazmak ve Türkçe'ye çevir(t)mek ne demektir size göre?

Burada tabii ki yazarı sorgulamıyorum. Bu tercih meselesi. Ama siz böyle bir kitabı çevirir miydiniz? Çevirdikten sonra kitabın yazar tarafından tekrar yazılmasına izin verir miydiniz?

Selamlar,

------------------
KİTAP İNGİLİZCE YAZILDI

Önce İngilizce yazılan ardından Kadir Yiğit Uz tarafından Türkçeleştirilen romanın ilginç bir macerası var:

Çeviriyi aldıktan sonra resmen oturdum yeniden yazdım. Bir anlamda bu kitap iki kez yazıldı. Okurların okudukları bu anlamda çeviri bir metin ama bire bir çeviri bir metin değil. Ben diller arası yolculuk yapmayı çok heycan verici buluyorum.Bir yazar için çok ufuk açıcı bir şey bu ama kolay bir şey de değil. Çünkü hiçbir zaman kendi ana dilinizde olduğunuz kadar rahat olamıyorsunuz.

Benim söyle bir tempom var; yazmaya başladığım zaman gece gündüz kendimi ona adayarak, çok yoğun çok deli bir tempo ile ve hızlı yazıyorum. Biraz da kendimi tüketerek yazıyorum. Bittiği zaman da ordan çıkıp başka bir ruh haline gitmem gerekiyor. Her gün bir kaç saat çalışıp sonra duran bir insan değilim. Yazdığım zaman çok gürül gürül o temponun içine giriyorum.

Alıntı: link/id/24943180/

Günlerin Tortusu dedi ki...

Tutunamayanlar konusunda ise size katılmamak mümkün değil. Selimciğim Işık'ı nasıl çevireceksiniz örneğin :)

Selamlar,

Sera dedi ki...

Aklıma ilk gelen Kara Kitap oldu çeviremeyeceklerimden, kendi adıma.
Shakespeare'in orijinal sonelerinden hiç zevk almıyorum Can Yücel çevirilerinin muazzamlığından dolayı.

Sera dedi ki...

Elif Şafak demiş Atilla Bey. İngilizce yazıyor bazı kitaplarını ya da her iki dile de çevriliyor ama özellikle Pinhan ve Mahrem'in tam olarak çevrilebileceğini düşünmüyorum İngilizce metinlerini görmemiş olmama rağmen.

spell dedi ki...

Günlerin Tortusu- Merhaba,Elif Şafak konusunda öncelikle kitaplarını neden İngilizce yazıp, sonra da çevirtmeyi tercih ettiğini bilmek gerek. Kişinin eğer anadili değilse yazdığı, benim aklıma ilk sebep olarak şu geliyor: kişi o dilde zaman içerisinde fazlaca ustalaşmıştır ve bazı yazılarını yazarken kimi ifadeler yabancı dilde anadilinde olduğundan daha fazla karşılığını buluyordur. Bu bana da olmuyor değil. Yukarıdaki yazımda belirttiğim "çevrilememe" durumu, bazen tam tersi de yönde işleyebiliyor, yani İngilizce'den Türkçe'ye çevrilmese dediğim birçok ifade ile karşılaşıyorum. Ama benim anlamadığım, insan kendi yazdığı metni anadiline en iyi şekilde kendi çevirir bana kalırsa, çünkü her iki metnin de mimarı sizsiniz. Bir başka çevirmene ihtiyaç duyuyor olması, bununla da yetinmeyip metni tekrar kendi Türkçe'de yazıyor olması beni asıl şaşırtan.

Ben olsam çevirir miydim? Sanırım bunu kabul etsem de, yazarla kollektif bir çeviri süreci yürütürdüm. Sonuç olarak o metin onundur ve onun nasıl ifade edilmesi gerektiğini en iyi o bilir. Tabii böyle bir müdahaleye de özgün çeviri dememiz zorlaşır. Açıkçası kendi yaptığım işle, yazarın müdahelesi arasında kalmak istemezdim, benim için bu caydırıcı bir unsur olabilir. Umarım açıklayıcı olmuştur.

Selimciğim Işık :) tabii ya, bu çevrilebilir mi hiç? :D

Sera- Katılım ve görüşleriniz için teşekkürler.

Yorum Gönder