Yakın bir zamana kadar herhangi bir yayınevinden bir kitap çevirisi alırken hiçbir zaman taban yüzde olarak belirlenen rakamın altını teklif eden bir sözleşmeye imza atmamıştım. Henüz kitap çevirmenliğinde çok tecrübesiz olduğum ilk kitap çevirimde bile oldukça iyi şartlarda bir çeviri yapmıştım. Ancak şu 8-10 sene içerisinde bu iş nasıl ayağa düştüyse, nasıl onur kırıcı bir hal aldıysa artık, bugünlerde o zamanın taban yüzdesini bile veren yayınevi bulmak sevinç kaynağı oluyor.
2 senedir çalışmakta olduğum, Türkiye’nin önde gelen büyük yayınevlerinden biri olan yayıncım bana verdiği son çeviride çevirmen yüzdelerini düşürme kararı aldığını ilan etti. Ancak bu söz konusu yüzde, bizim Çevbir’in belirlediği tip sözleşmenin taban yüzdesinden de düşük. Yani piyasada kitap çevirmenliği yapan bir çevirmenin alması gereken minimum yüzdeden daha düşük. Duyunca ben de ister istemez birçok çevirmen arkadaşım gibi şaşırdım. Elbette bahane olarak kriz piyasasını ve kitap satışlarının düşüşünü gösterdiler. Medyanın neredeyse hakimi konumunda olan dev bir şirketin, krizden daha az zarar görmek için bulduğu çarenin, zaten taban fiyat uyguladıkları çevirmen yüzdesini düşürmek olması herkes gibi beni de düşündürdü ve ister istemez aklımda “Bir yayınevi için çevirmen nedir ki?” sorusu dönmeye başladı. Ne olacak? Elinin kiri!
Yıllardır bir yayınevine ikinci baskıyı görsün görmesin onca kitap çevirmiş olan çevirmenlere ne kadar değer verildiğini gösteriyor bu tablo bana. Bir dayatmayla, “bu yüzdeden çalışırsanız çalışın, yoksa güle güle” deniyor resmen. Zaten yayınevinin kalifiye çevirmen kadrosunun bu kararı duyar duymaz teker teker yayınevinden ayrıldığını da söylemem gerek. Ama yayınevi bunu bir kayıp olarak görüyor mu? Asıl sorulması gereken soru bu. Burada bir yayınevini örnek versem de geneli için bunu söylemek yanlış değil. Çoğu yüzdeyle bile çalışmıyorlar, ya fi tarihinden kalma forma hesabıyla ya da kitabı eline alıp şöyle bir çevirip, sanki pazarda sattığı malmış gibi ona ortalama bir rakam biçerek yaptırıyorlar çevirileri. Bu kitap için sana 2000 lira veririm, kabul mü? Yok abi kurtarmaz, kurtarsa dükkan senin. Hadi 2200 olsun, ama bi kuruş daha çıkamam. Benim de çoluk çocuğum var. Abi, bari ikinci baskıdan bişiler ver. O hayatta olmaz! Tamam abi, canın sağolsun, deyip el sıkışıyorlar sanki. Komediye bakınız.
Kitap çevirmeninin bir eser sahibi olduğunu (yasalar bile bu şekilde belirtiyor), yaptığı çevirinin dilekçe çevirisi olmadığını o nedenle de çeviri bürolarındaki gibi kelime üzerinden ödeme yapma durumunun söz konusu olamayacağını ya anlamıyorlar ya da işlerine gelmiyor. Sonuç olarak, emeğinin karşılığının bu olmadığını düşünen, bu işi gerçek mesleği olarak gören kalifiye çevirmenler kendi meslek alanlarından uzaklaşıp ister istemez başka işlere yönelmeye başlıyorlar. Ortalık da 3-5 kuruşa çeviri yapmaya razı, arkalarından düzeltmenlerin işi kotardığı, alaylı sözde çevirmenlere kalıyor. Bu insanlar sanki karın tokluğuna çalışacaklarmış izlenimi bırakıyorlar bende. Ne zaman dur diyecekler merak ediyorum.
Uzun lafın kısası, elimdeki çeviriyi bitirdikten sonra yayınevinin bana teklif ettiği kitabı kabul etmedim, çünkü düşük yüzdede ısrar ettiler. Benim emeğimin karşılığı bu kadar ucuz değil. Gerekirse istediğim şartları sağlayan bir yayınevi bulana kadar çeviri yapmam ama karın tokluğuna da çalışmam. Benim o paraya ihtiyacım yok. Zaten halihazırda başka bir işim de var ama asıl işim bu benim ve sevdiğim işi yapmamam için yayınevleri önüme her türlü engeli yığıyor. İşte bu gibi durumlarda sesimizi daha fazla çıkarıp, bir araya gelip, haklarını sonuna kadar savunan ve yayınevinin her uygulamasına evet demeyen, hayır demeyi bilen güçlü bir çevirmen topluluğu olabilmemiz için ÇevBir gerekli. Her çevirmen benim yaptığım gibi emeğinin arkasında dursa bu sorun kısa zamanda çözülür ama maalesef önce kendi içimizde birlik olması gerek. Aksi taktirde, her birimiz kendi çapında bir Don Kişot olmaktan öteye geçemeyeceğiz.