15 Mayıs 2009 Cuma

Aşk mı Para mı?


Bazen hayat karşımıza böyle zor seçimler çıkarır. Bunun sadece ikili ilişkiler konusunda yaşandığını sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Gelin size çeviri alanında bu ikilemin başıma nasıl geldiğini anlatayım.


Tercihimi mümkün olduğunca polisiye ya da fantastik bilimkurgu romanlar çevirmekten yana kullandığımı daha önce de yazmıştım. Bir edebiyat çevirmeninin kitap seçerken ya da çeviriye başlamadan önce ilk dikkat etmesi gereken şeyin, hangi türde yayınları sevdiğini belirlemesi ve o alandaki yapıtları çevirmeye çalışması olduğunu söylemiştim. Elbette benim de sırf para kazanmak için sevmediğim türde çeviriler yaptığım zamanlar oldu. Her ne kadar ilk başta önyargılı yaklaşsam da, bir süre sonra çeviri sürecinde düşüncemin değiştiği kitaplar ve türler de oldu. Ama bunun aksini çok yoğun bir şekilde son çevirimde yaşadığımı itiraf etmeliyim.


Peşi sıra gelen polisiye/gerilim çevirilerimin ardından yine yayınevine aynı türde alacağım kitabın heyecanıyla gittiğimde editör bana tuğla gibi kalın, itici bir hardcover kapağı olan bir roman uzattı. Polisiye olmadığını kitabın kapağındaki manzara resminden hemen anlamıştım. Gözüm kitabın yazarına gitti. O tarz kitap okumasam da, bu ismi bestseller listelerinden çok iyi tanıyordum. Çok iyi satan bir yazardı ama o tarz kitaplar hiç okumazdım ben. Editör boş gözlerle baktığımı görünce, “biraz para kazan istedim” dedi. Açıkçası insan fazla seçici ve idealist olup, hep sevdiği tarzda yayınlar çevirdiği zaman –özellikle de o tarz tutulan bir tür değilse- sonunda geldiği nokta bu olabiliyor :) Dürüst olmak gerekirse, bu kitap sayesinde şu ana kadar çevirdiğim kitapların hepsinden daha fazla kazanma şansım olabilirdi. Hem bir kitap için sevmediğim, daha doğrusu denemediğim, bir türde çeviri yapsam n’olurdu ki? Olsa olsa tarzını bilmediğim bu yazarın üslubuna alışma süreci geçirirdim o kadar, diye düşündüm. Ama hemen kabul etmedim. “Ben bir alayım bu kitabı, evde inceleyim, size kararımı bildiririm” dedim. Herhalde editör onca senelik editörlük yaşamında böyle tok çevirmen görmemiştir :) Diğer çevirmenlerin balıklama atlayacağı, hatta özellikle o yazarın kitaplarını almak için editöre istekte bulundukları bir yazardı bu. Ama benim katı prensiplerim enikonu incelemeden o kitabı kabul etmeme engel oluyordu işte.


Sonuç olarak, kitabı kabul ettim. Söz verdiğim tarihe de yetiştirdim. Ama yeni bir yazarın ve türün farkını zaman zaman yoğun olarak hissettim. Ve çok sıkıldım. Polisiyenin o gerilim dolu, heyecanlı havasını aradım. Beni çeviriyi bırakıp, gece gündüz demeden bitirene kadar kitabı okumaya zorlayan o merak duygusunu aradım. Ama kitabın rutin havasından ne kadar sıkılsam da, iş etiği gereği elimden gelenin en iyisini yaptım, içime sinen bir çeviri teslim ettim. Böylesine uzun bir kitabın son okuması bazen çevirisinden sıkıcı olabiliyor ama insan sanki bir süre sonra, üzerinde aylarca çalıştığı kitaba da alışıyor. Yalnız, beni en çok şaşırtan şey –aslında kendi kitap satışlarını baltalayan çevirmen olmak istemiyorum ama- bu yazarın kitaplarının nasıl bu kadar çok sevilip, yüz binler sattığıydı. Yazarın adını vermek, hatta ima etmek bile istemiyorum, çünkü çok seveni var, kimseyi kırmak istemem. Ama dikkatimi çeken en önemli detay, yazarın önce bir mekana ve bir iki karaktere yoğunlaşıp, sonra onları uzunca bir süre terk etmesi. Bu yoğunlaştığı zamanlarda da herhangi bir heyecandan bahsetmek zor. Mesela, okura yaklaşık 30-40 sayfa boyunca gerçekleşmesi beklenen bir olaydan bahsediyor. O olayın gerçekleşme anı geldiğinde ise okuyucuya en ufak bir detay vermiyor ve oldubittiye getirip chapter’ı bitiriyor. Daha sonra başka bir chapter’da o karakterlerle karşılaştığımızda ise olayın çoktan bitmiş olduğunu anlıyoruz. İnsan ister istemez detayları duymak istiyor ama hevesi kursağında kalıp diğer bölümle devam ediyor. Size burada adını vermediğim bir yazarın eleştirisini yapmak istemiyorum ama bol miktarda tespitim oldu. Tek bir kitapla karar vermemelisin desem de kendime, tarzını az çok anladığımı ve bana hitap etmediğini biliyorum. Ama satış rakamlarını görünce bu sıkıntıya değer diyebilmeyi umuyorum.


Siz olsanız ne yapardınız? Aşkı mı parayı mı seçerdiniz?


Merak etmiyor değilim…


:)

6 yorum:

divadeiwob dedi ki...

şu an bir önceki işimden aldığın paranın yarısını verecekleri bir işe alınmak için çabaladığımı düşünürsem sanırım ilkini seçiyorum

spell dedi ki...

:( kötü olmuş. Umarım işleriniz düzelir.
yorum için teşekkürler :)

ena dedi ki...

Ben asli mesleği mühendislik olan ancak yıllardır kendisini müziğe adamış bir adamın konserde, gitarın tellerine vururken yüzündeki o mutluluk ifadesini gördüğümden beri, hep o ifadeyle çalışacağım bir işim olsun istedim. Zorlukları olsa da seviyorum işimi/işlerimi...O yüzden baskılara direnmeye çalışıyorum. Ama o keyfi baltalamadığı, o keyiften mahrum bırakmadığı sürece araya para kazandıracak türler de girsin varsın. :)Yeter ki Kişisel gelişim ve pazarlama satış kitapları uzak dursun edebiyatsever çevirmenlerden:)

spell dedi ki...

:) çok haklısınız ama bazen işte parayı seçip o tarz kitaplar da çevirebiliyoruz. Benim de 2 tane kişisel gelişim çevirim olmuştu ne yalan söyleyeyim :) ama bitirir bitirmez roman arayışına girmiştim :)
Benim eşim de mühendis ve o da tercihini sanattan yana kullanmak istiyor ama sorumluluklar insanı hep ikinci kez düşünmeye itiyor. Aynı ikilemi o da yaşıyor sonuçta bu aralar :(

vvfb dedi ki...

Merhaba,
Bir çevirmenin, sevdiği yayınlara ait eserleri çevirme konusundaki düşüncelerini okuyabilmek çok güzel. İşinizi yürütme tarzınıza hayran olduğumu söyleyebilirim.
Bana kalsa bir eser para için seçilmemelidir. Ancak şartların gördüğümüz şekliyle ağır bastığı bir ülkede buna göz yumabiliriz sanırım. Aslında polisiyede de birçok eser çok satılabilecek potansiyele sahipken ismi duyurulamıyor. Halkımız da birbirinden farkı olmayan ürünlere sahip çıkma konusunda robotlaştırıldığı için bir aşk romanı bu kadar iyi satabiliyor. Şimdi de vampirlerin aşkları meşhur oldu. Özellikle gençlerin, kendilerine bir değer katmaktan uzak eserleri seçmesi ne yazık... Polisiyede yazar okuyucusunu her adımında düşünürken, bir aşk romanında okuyucunun hevesinin kursağında kalması herhangi bir engel yaratmıyor sanırım. Yeter ki aşk olsun, sıcaklık olsun; tamamdır! Ne gerek var ki bir değere, okuyucuyla gerçekleşecek temasa.
Nereden nereye geldim :) Arada bir bu sıkıntıya katlanmak gerekiyordur belki... Umarım değecektir.

spell dedi ki...

Çok teşekkürler :)
Arada bir tarzdan ödün versem de yine sevdiğim tarzı çevirmeyi yeğliyorum. Hayat görüşüm de bu seçimimi yansıtıyor sanırım: "I'm not living for working but working for living."
Bazen bu ikisinin karıştığı anlar da oluyor gördüğün gibi :)

Yorum Gönder